Week End


Fransız Yeni Dalga akımının temsilcilerinden ve saygıdeğer Truffaut'un Cinémathèque Française arkadaşlarından Jean-Luc Godard imzalı 1967 yapımı biraz "garip" olarak lanse edilebilecek bir filmle karşı karşıyayız. Gerçekçiliğine güvendiğim bu akımın öncüsü bir yönetmenin filmi olması sebebiyle "Tamam o zaman, rahat rahat izlerim; Lynch gibi olmasa gerek." diye başladığım Week End filminde garip bir şekilde aşırı bir Lych havası sezinledim ilk olarak... Güzel çiftimiz Rolan ve Corrine, ailelerini ziyaret etmek amacıyla bir yolculuğa başlamakta ama bu bizim alışkın olduğumuz yolculuklardan değil pek; daha doğrusu şu "modern" kisvesi altında tanımlanan insanların bir açıdan aslında ne yapmak ve ne söylemek istediklerini avcı-toplayıcı atalarımız tadında yaşamaları, yolculuğun başlıca özelliklerinden biri...Yolda sürekli gorülen kazalar, cesetler, ulaşılmak istenen yere varıldığında yaşanan gariplikler ve sonunda ulaşılan bir yamyam kampı. Filmimiz genel olarak bunlar üstunden gelişmekte; ama filmimizin asıl amacı burjuva insanlarını ve kültürünü yermek...


Sayın Godard, burjuvaziyi yermek için çok güzel iki sahne kullanmış bence. Sahnelerin ilki süregelen sınıf kavramıyla ilgili: Zengin olanlar, hak onlarda olmasa bile daha alt kesimden insanların haklarını sonunda ölüm tehlikesi olsa bile almaktan çekinmezler.Üstüne üstlük de utanmadan "Ben senden zenginim, sen bu hakkı hak etmiyorsun; senin ölmen gerekirdi çünkü sen fakirsin." diyebilecek kadar da şımarıklar.Ünlü traktör sahnesi....


Diğer sahne de tüketim çılgınlığına taş atmış: Kaza yapan bir çift, karşı arabadan sarkan cesetler ama bunun karşılığında düşünülecek en son şey için hoyratça bağıran bir kadın: "İmdat, Hermes çantam arabada kaldı!!!!!" Bir anlamda da haklı aslında, hiçbir zaman gerçekten çok ihtiyacımız olmayacak şeyleri almak, onlara sahip olmak için kendimizden geçercesine çalışıyoruz,hayatımızı yaşamaya vakit bulamadan 100 tane özelliğinin en fazla 7 tanesini kullandığımız elektronik aletler, hiçbir zaman 200km hızla gidemeyeceğimiz spor otomobiller almaya çalışıyoruz...Corrine bizim kendimize itiraf edemediğimiz, sanki gereklilik gibi gördüğümüz bu tüketim çılgınlığımızın -yaşadığımz tüketim çılgınlığında sayılı büyük ülkelere nal toplatmaktayız bu arada- bir sancısını yaşıyor sadece....


Filmin sonlarına doğru zaten sersemlemiş olan bünyemiz, karşılıklı okunan bir manifestoyla darbe yemeye devam ediyor; beyaz ve siyah olarak ayrılmaya zorlanmış insan ırkının ateşkesi niteliğnde bu manifesto. Beyaz anlatıcımızın sesinde siyah bir adam, siyah arkadaşımız konuşurken beyazın gorüntüsü, bir de beraber yenilen bir yemek...Arkada ablak ablak bakan Roland ve Corrine de oldukça hoş bir detaydı kanımca....


Ve filmin sonunda da, yamyam olmaya karar vermiş birkaç kişilik bir grup tarafından alıkonan Corrine ve sunulan kocası Roland'ı afiyetle yiyişi yırtıcı hayvanlar misali;dün en sevdiğin, bugün tabağında yemek.....


Uzun lafın kısası, Godard'ın bu etkileyici filmini birkaç kez izlemek gerek aslında; dur ben de Hermes çantamı alıp geleyim de beraber izleriz.....


p.s.: Bu arada kendisi en tehlikeli 25 film arasındaymış; görmek istemediklerimizi gösterdiğinden olsa gerek...


0 yorum: