High Fidelity


Hi-Fi 2000 yapımı, Nick Hornby'nin romanından uyarlama bir Stephen Frears filmi..

Hayatının merkezine müziği koyan insanlar (özellikle erkekler) için başucu eserlerinden birisi olan High Fidelity elime geçtiği anda tükettiğim kitaplardan olmuştur, sonra zamanı gelince yeniden okunan, arada sırada ortasından bir yerinden başlayıp yeniden ve yeniden okunan bir kitap.

Benim için önemli olan kitapların filmleştirilmesi her zaman canımı sıkmıştır, hayalimde yarattığım karakterlerin bir yönetmenin gözünden perdeye verilmesi neredeyse imkansız olduğundan hep bir noktada hayal kırıklığı yaşarım. Ancak işin sinemasal yönüne gelip kitap ve filmi ayırma gerekliliği hissederek, izlediğim şeye değer vermeyi öğrendikten sonra işim daha kolay oldu. High Fidelity izleyince de verdiğim değer epey fazla oldu.

Championship Vinyl isminde bir plak dükkanı olan Rob, hayatını en iyi ya da en kötü beş^ler ile geçirmekte olan, müziği gerçekten hissedip zaman zaman dünyadan kopan ve bu kopuşların geri dönüşünde her zaman hayatında bir şeyleri dışarıda bırakan bir karakterdir. Filmin başlamasıyla birlikte son kız arkadaşı Laura^dan ayrılır ve sağa sola savrulmaya başlar. Championship^de çalışan Barry ve Dick ile birlikte günlük müşteri aşağılamaları ya da pazartesi sabahı şarkıları gibi listelerde hayat bulmaya çalışır, bu sırada da izleyiciyle birlikte "ben nerede hata yaptım bunalımı" denen illetin üzerine gider, kendisini, geçmişini ve asla düşünmediği geleceğinin nedenlerini açıklamaya çalışır. Bu açıklama isteği aslında kendisinin de hiçbir şey anlayamamış olmasındandır, bir şeyler yaparsa belki geçmişten bir gelecek çıkarabileceği düşüncesine sahiptir.

Aslına bakılırsa "tipik" sorunların hepsini üzerinde taşıyan bir karakter olarak Rob^ın nesi ilginçtir diye sorulabilir, ancak detaya indiğimizde problemlerin aslında herkese ait olup kimseyle paylaşılmayan cinsten olduğunu görebiliriz. Rob^ın yaşadığı sorunlar "genel özeller" arasındadır, tıpkı aşk gibi, sadece isim benzerliği taşır.

Hayatlarını müzik, kitaplar ve sinema üçgeninde geçiren insanlar için ilişkilerini bunların önünde tutmak her zaman zor olur, aşık olduğumuz insanları bir film karakteri ile eşleştiririz ya da bir şarkı siner onların üzerine, var olmaları hep hayatımızdaki bu şeytan üçgeni üzerindendir. Aslında bu hep yanlış anlaşılır, verilen değer konusu sorgulanır ve birçok ilişki bu sebeplerle sona erer, oysa ki Rob gibi insanlar için Alison isimli bir sevgili Elvis Costello ile anılıyorsa, kendisine verilebilecek en büyük değer zaten verilmiştir.

Laura ile ne olduğunu her zamanki gibi yine anlamayan Rob, nasıl adam olmayacağını da açıklamaktan geri kalmıyor. Laura-Ian ilişkisine bakışı, merak ettikleri, sordukları ya da yüzünden anladığımız sorabilecekleri ile her zaman şansını denemesi ve neden olduğunu bilmediği için bir türlü bitirememesi ile de "tipik" bir hemcinsimdir Rob.

Yan karakterler ile hikayenin sevimli noktası anlatılıyor, tam bir plak moronu olan Dick ile agresif ve her an bir şeyler yapabilecek Barry ikilisi, zaman zaman sinir bozucu bazen de hayat kurtarıcı oluyorlar, sağa sola savrulurken yastık görevi görüyorlar.

Rob karakterini en sevdiğim aktörlerden olan John Cusack^in canlandırması ile kitaptan filme geçiş sürecini çok hızlı atlattım. Temposu, müzikleri ve sürekli bize bir şeyler anlatan ana karakteri ile film gerçekten çok keyifli zaman geçirmenizi sağlıyor. "Bir arkadaş" ekolünden fırlayan bir süreklilik var filmde, en yakın arkadaşımızı (kısaca ayna) izliyormuşuz gibi, hemen sahipleniyoruz, seviyoruz.

Filmi izledikten sonra sevdikleriniz için kaset doldurmak isteyebilirsiniz ya da zaman ilerledi artık bir playlist yapabilirsiniz. Aslında sevgilerimizin sahiplendiklerimizi kıskanmaması gerektiğini, yaşamda hiçbir amacı yokmuş gibi görünen insanların da "ayrı bir yaşamı" olduğunu kabullenmemiz gerektiğini anlıyoruz, yine yüzümüz gülüyor şarkı söylüyoruz..

- Plaklarını mı düzenliyorsun?
- Evet
- Kronolojik mi?
- Hayır
- Alfabetik de değil, nedir?
- Otobiyografik..

0 yorum: