Before Sunrise
Şehrin ışıkları sizin, sizin aşkınız şehrin üzerinde. Adım attığınız her sokakta, kapısından içeri girdiğiniz her yerde kendinize ait bir şeyler bırakıyorsunuz. Yere göğe ruhunuzdan ve aşkınızdan parçalar döke döke öylesine salınıyorsunuz sıkıcı Viyana sokaklarında. Viyana'yı gururlandırıyorsunuz, böylesine bir aşk görmemiş şehir tarihinde. Sonra siz gidiyorsunuz, geride bıraktığınız her yer ruhsuz, aşksız, bitkin ve renksiz kalıyor, ağlıyor adeta.
Richard Linklater'ın Philadelphia sokaklarında Amy ile tanışıp dolaşmasından sonra çekmeye karar verdiği filmin benim için çok önemli bir yerde durduğunu söylemem lazım. 3-4 sene kadar oluyor, bir yaz akşamı saat 22 civarı televizyonu açtıktan sonra tren sesini duymamla televizyona odaklanmam bir olmuştu. Trende yabancı biriyle tanışıp, yabancı bir şehirde aşk yaşamak her zaman rastgeldiğimiz bir şey değildi ama film çok bizdendi. Bu muhteşem filmden o zamana kadar haberimin olmaması, ismini bile bilmiyor olmam ayrıca filmi izlemeden geçirdiğim onca sene aklıma geldikçe kötü oluyordum. Neyse ki şoku çabuk atlattım ve uzun zaman geçmeden filmi tekrar izleme fırsatı buldum. Sonra bir daha izledim, bir daha.. Olanlar hala rüya gibi geliyordu. Bana yapmak istediğim tek şeyin, interrailin umudunu veren bir rüya.
Richard Linklater filmde belden aşağıya çok yönlü çalışıyor. Yaptığı düpediz saygısızlık. Hem Viyana'ya hem Julie Delpy'ye hem Trenlere hem Ethan Hawke'ın tavırlarına hem de aşk'a aşık ediyor sizi. Diyalog dahisi Linklater yine çok şey anlatarak aslında tek bir şey anlatıyor, anlattığı malum. Zaten ilk bir kaç izleyişten sonra diyalogları hatırlamanız imkansız olacak. Filmin bir güzel yanı da bu aslında, sırf o diyalogları hatırlamak için bir süre sonra tekrar izlemek istiyorsunuz. 3-4 ay kafi. Ne kadar diyaloglara odaklanarak izleseniz de diyaloglardan ziyade sahneler kalıyor aklınızda. Tramway, isimsiz ölüler mezarlığı, falcı, nehirdeki evsiz şair, dolap sahneleri, müzik odası sahnesi.. ah o kısacık müzik odası sahnesi yok mu. Onlar gözlerini birbirinden kaçırırlar, ben mahvolurum o 1.5 dakikada. Nasıl gerçek bir sahnedir o ? Utangaçlık, güvensizlik, korku, aşk hepsi aynı sahnede. İşin ilginci filmin en güzel sahnesi ve diyalog yok. Sadece müzik var.
Kısaca, en sevdiğim film. Sinemasal, teknik, anlatım, biçim vs. olarak daha iyileri yapılmış mıdır ? Bilmem. Ruh olarak daha iyisi yapılmamıştır bana göre. Bir film geleceğimi çizeceksek o bu olacaktır. Lakin, O güzel kızı tavlayan Jesse benim süper kahramanımdır, idolümdür. O avrupalı, cazibeli, bilgili Celine ulaşılamayacak aşkımdır. Viyana en az bir günümü geçirmem gereken, sokaklarında yürürken sebepsizce ağlamam gereken, hayal dünyamın başkentidir. Tren ile avrupayı dolaşmak umudumdur ve hayatımdaki yegane amacımdır.
Aşk ? Bilmiyorum. Ama Ethan Hawke'a "Bu filmin çekimleri sırasında Julie'ye gerçekten aşık olmadın mı ?" diye sormak isterdim.
12 yorum:
-
kendimden çok şey bulduğum aşırı romantik bir film. linklater'ın en beğendiğim filmi hatta onun gerçek anlamda başyapıt bulduğum tek filmi.
-
Linklater bu filmde bize asla gerçekleşmeyecek bir rüyayı anlatır sanki. O hayale dalarız ve sadece izleriz. Kendimizi sinemanın büyüsüyle avutabiliriz sadece...
-
bu film hakkında ancak bu kadar duygulu ve içten bir yazı yazılabilirdi, filmi her ayrıntısıyla yeniden hissettim.
-
Filmin samimiyetini yazıda da verebilmişsin, gerçekten çok iyi olmuş. Böyle olacağını da biliyordum ,)
-
before sunset için de aynı şeyleri söyleyebilir miyiz peki?
-
before sunset aşktan çok hesaplaşma filmi. o film için de söyleyeceklerim var :)
-
Before Sunset, daha olgun ve zarif bir film. Sunrise'ın yeri çok ayrı ama...
-
Sunset için rüyanın bittiği yer diyebiliriz. hayaller söner,gerçekler başlar buda bizi biraz kızdırır. onun için bu filme sunrise'a göre biraz daha mesafeliyizdir.
-
kendi adına konuş enes :) mesafeli değilim hiç bir şekilde.
-
bir defa seyrettim before sunrise'i bastan sona. sadece bir defa evet. bir kac defa sairi bir kac defa falciyi biraz da finaline baktim yalniz sonradan. o kadar benim olmus ki o ilk seyrediste ondan sonraki her hosuma giden diyalog sanki sunrise'da da gecmis her yurudugum yol onlarinkine benzemis gibi geldi. birseyler anlatirken jesse'nin agzindan cikmistir bu sozler, bu konunun da lafi edilmistir aralarinda diye dusunurum.
daha fazla ayrintilari ogrenip kendimi bu hayalden cikarmak istemedim. sadece bir defa seyrettim. ve inanin hersey icin fazlasiyla yetti.
-
Before Sunrise muazzam bir film. Julie Delpy ve Ethan Hawk olmasaydı filmi bu kadar sever miydim bilmiyorum.
Filmin en önemli özelliği oyuncu seçimi bence. Başkaları oynasaydı bu kadar etkileneceğimi sanmıyorum.
Ethan Hawk'ın İlk Gün'deki oyunculuğu ve Julie Delpy'nin Kieslowski'nin Beyaz'ındaki performansı ve göz kamaştıran güzelliği hatırlanacak olursa seçimin isabetli olduğu ortaya çıkıyor. Aslında mesele sadece oyunculuk değil. Yüzler birbirine çok uyumlu. Tatlı bir senaryo var ve bu, tatlı oyunculuları gerektiriyor. Al Pacino ve Merly Streep oynasaydı mesela bu kadar tatlı olmazdı film. (Ayrıca Merly Streep çok tatlı bir kadındır, bu derin bir konu. Kendilerini tek geçerim her daim)
Bu arada Julie Delpy'nin kariyerine şöyle bir bakayım dedim. Çok etkilendim. 2008'de The Countess adlı bir film çekecekmiş. Yönetmen olarak. İlginç...
Diğer ayrıntılar şurda:
http://home.no.net/site/delpyweb/films.htm
-
Taptığım filmlerden biri...