Jim Jarmusch etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jim Jarmusch etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Stranger Than Paradise


Uzun zamandır evime gitsem de şu filmi oturup bir daha seyretsem diye kendime defalarca söz vermeme karşın; evime de yine defalarca gitmeme karşın bir türlü fırsat olup da filmi tekrar seyredemedim. Anlaşılan bende Willie gibi sıkıntıdan oflayıp puflamakla yetiniyorum. Bu filmi en son ikinci defa 1,5 yıl önce seyretmiştim. Sevgilisinden uzun süre uzak kalan insan misali bende bu filmi bu süre zarfında baya bir özledim. Tekrar seyretmeden yazı yazmayım diyordum; dayanamadım daha fazla. Duygularımı dökmek istedim bu filme.

Yüce insan Jim Jarmusch'un ikinci filmi olan Strange Than Paradise, Ghost Dog:The Way of the Samurai ile beraber en çok sevdiğim Jarmush filmi. Filme geçersek bu film, özünde yabancılaşmayı, can sıkıntısını, yalnızlığı anlatır. Filmin öyle bir tonu vardır ki ele aldığı bu temalarla birebir örtüşür adeta. Kendimin alter egosu olarak gördüğüm Willie, bütün gün kâğıt oynayıp evinde şuursuzca TV seyreden arada kankası Eddie ile sıradan şeyler üstüne rutin muhabbet eden biridir. Hayatı böyle geçer. New York'ta bir apartmanda günlerin günleri kovaladığı ama hiç bir şeyin dünden farklı olmadığı bu zaman diliminde birden Eva çıkıp gelir. Willie'nin kuzenidir. Mecburi kendisinde 1 hafta kalacaktır. Willie ilk başta bu ziyareti pek hoş karşılamaz. Biraz huysuzlaşır. Durgun yaşamına gelen bu ani parlaklık ilk başta onun gözlerini kamaştırdığından bu duruma ilk zamanlar alışamaz. Zamanla Willie Eva'ya alışır. Giderken ona duygularını tam olarak ifade etmez ya da etmek istemez. Çünkü Willie duygularını içinde yaşayıp yüzündeki sıkıntıya yansıtan bir karakterdir. Willie'nin karakteri tam olarak ifade edilemez. Gurur değildir aslında ondaki. Bir nevi kendini anlatamama ne yapacağını bilememe durumudur. Kalıplaşmış insan modeline çok uymaz Willie. Dünyanın dışında kalmış biridir. Bu nedenle normal insanların yaptığı gibi kendini değiştirerek duygularını ifade etme biçimini benimsemez. Kendi gibi olmaya devam eder. Eva'ya giderken oldukça ilginç bir elbise hediye eder. Aklına bu gelmiştir. Eva'nın elbiseyi beğenip beğenmediğini fazla önemsemez önemli olan bu eylemi gerçekleştirmesidir ona bir hediye almıştır sonuçta. Nitekim Eva'da dışarı çıktığında elbiseyi çöpe atar. Ama dediğim gibi bunun iki taraf içinde hiç bir önemi yoktur. Willie için her şey, bugünün dünden farklı olmadığı o zaman dilimine geri döner. Sonra 1 yıl sonra yazısını görürüz. Willie, Eddie’yi poker oynarken görürüz. Birkaç kişi daha vardır. Bu sahneyle hiçbir şeyin görünürde değişmediği tekrar yüzümüze vurulur. Willie pokerden kazandığı parayla Eddie’ye ilginç bir teklif sunar. Cleveland’a gidelim der. Eva oradadır çünkü. Cleveland’a giderler Eva’yı bulurlar. Ama değişen çok fazla şey yoktur. Yine her şey aynıdır. Beraber sinemaya giderler. Eva’nın büyükannesinde oturup TV seyrederler. Birbirini yabancılaşmalarıyla tamamlayan üç birey tek bir yalnızlık duygusuyla bütünleşmişlerdir. Eddie’nin Cleveland sokaklarında dolaşırken söylediği bir söz olayı özetler adeta. “Nereye gidersem gideyim her yer bana aynı geliyor.” . En sonunda cennete/Florida’ya kaçmaya karar verirler. Varoluşlarına anlam katmaya çalışan bu üç birey cennete giderek son bir altın vuruş yapmak isterler. Ama cennet bile bu yabancılaşmaya çare bulamaz. Asık yüzleriyle deniz kenarında yürürken öylece ufka bakarlar. Dönüp dolaşıp geldikleri yer yine yalnızlık ve can sıkıntısıdır. Geriye ifade edilemeyen duygular kalır. Ya da şöyle demeli insanın kendine bile itiraf etmekte zorlandığı duygular kalır. Eminki Jarmusch, Özdemir Asaf okusaydı bu filmi “yalnızlık paylaşılmaz paylaşılsa yalnızlık olmaz” dizesiyle bitirirdi.

5 yorum

Night On Earth


1991 yapımı Jim Jarmusch filmi.

“Beş şehirde beş taksi, hepsi bir gecede anlatıyor insanın nedenini” bu filmi böyle tanımlayabilirim sanırım, oldum olası sevdiğim diyalog üzerine kurulu filmlerin en güzellerinden. Beş ayrı kısa film^i birleştiren, en az pembe panter tema müziği kadar başarılı bir Night On Earth müziği de var, ve ilk defa bir Jarmusch filminde hareket var!

Winona Ryder^ın, Hollywood^un göbeğinde film yıldızı olma konusunda hiçbir isteği olmayan ve tek hayali tamirci olup bir aile kurmak olan mükemmel bir karakteri canlandırdığı bölüm ile Roberto Benighi^nin tek başına şov yaptığı bölüm gerçekten muhteşemdi. Bir de Armin Mueller-Stahl arada bir oyunculuk dersi verdi, o da epey keyifliydi. Diğer bölümlerse diyaloglardan daha çok hikâyeleri ile etkileyiciydi.

İlk izlediğim Jarmusch filmi Stranger Than Paradise^dır ve ben o zamanlar siyah beyaz^ın sadece siyah olan kısmından zevk almayı öğrenememiş bir insandım. Doğal olarak sıkılmıştım ve o punk adamın böyle sıkıcı filmler yapabilmesine şaşırmıştım. Yıllar devrildi, tekrar izlemedim Stranger Than Paradise^ı ama aklımda birkaç kez tekrar etti, zaten i put a spell on you ile her seferinde o siyah beyaz film beynimde renkleniyordu. Bu tekrarlardan birisinde anladım ki bu film zaten sıkıntının kendisini anlatıyordu ve ben de oltaya düşmüş balıktan farksızdım, zaten sinemaya bakışım da sudan çıkmış balıkla aynıydı.

Orada sıkıntı^yı anlatan Jarmusch, bu filmde de “anlatmanın kendisini” anlatmış, şimdi bunu daha iyi anlıyorum. Boş konuşan, soran cevaplayan, amaçsızca boşalan, kısaca konuşan insanları ve anlatmamız gerektiğini anlatmış.

Bazen canımı sıksa da bu adamın resimleri siyahsa siyahı anlatıyor ve ben durdukları yeri seviyorum..

3 yorum

Coffee and Cigarettes


11 kısa "episod" dan oluşan bu jim jarmusch filmi adeta kahve ve sigara'yı kutsuyor, ulu bir obje haline getiriyor. Kahve yada sigara yada her ikisi bizi bir nevi hayattan koparıyor.. farklı bir ruh çemberine alıyor. Mesela hiç bir diyeceği olmadığı halde arkadaşı yanına çağıran adam gibi ..arkadaşı soruyor "bir sorunmu var ?" "yoo bir problem yok." "o zaman niye çağırdın?" "hiç öylesine" evet "jarmusch" da bir nevi bize bunu anlatmaya çalışıyor. Ben sizi filmime davet ettim ama niye davet ettiğimi bilmiyorum, öylesine izleyin işte filmi diyor..bu sanatta yada sinemada yüce şeyler peşinde koşanlar için pek akla yatkın gelmese gerek.. niye vaktimi bu şaçmalığa harcıyım deme hakkına sahip bir çok kişi, tıpkı alfred molina'nın karşısında oturmuş onun kuzeni (bunu alfred molina iddia ediyor) steve coogan gibi. Tüm bu anlatılanların birer şaçmalık yada vakit kaybı olduğunu düşünebiliriz ama aslında bu saçmalıklar bizim hayatımızın birer parçası. insanoğlu ne zaman ciddi konuşmaya başlarsa bir süre sonrada o derece saçmalamaya başlar hayat birer saçmalıktır aslında yada tepkisizliktir. Yuvarlak bir masadaki porselen bardakta kahvedir yada bıraktığımızı iddia etmemize rağmen keyifle içilen bir sigaradır. Aslında hayatın kendisi bir "deliryum" dur. Tıpkı Bill Murray'in başına gelen gibi hepimiz birer deliryum'uz aslında...

5 yorum