Le Diner De Cons
Le Diner De Cons'un yeri ayrıdır bende, ablamlarla gittiğim ilk filmdir, Ortaköy Feriye'de izlediğim sanırım "ilk ve tek" filmdir.. Aslında Francis Veber'in yazdığı bir tiyatro oyunudur ama 1998 yılında kendisi tarafından sinemaya uyarlanmıştır.
Pierre Brochant ve arkadaşları her hafta bir yemek organize edip salaklarla eğlenirler, bu geleneksel yemeklerine "dîner de cons" yani "salaklar sofrası" adını verirler.. Herkes bulabileceği en salak insanı bulur ve gecenin sonunda salağı en fazla eğlendiren şampiyon olur.. Tabi ki yemeğe çağrılan salaklar konudan bihaberdirler ve oraya tamamen farklı nedenlerle çağrıldıklarını düşünürler.. Yemeğe kısa bir süre kala hala kendi salağını bulamayan Pierre, son günde François Pignon'u bulur.. Pignon maliye bakanlığında çalışan ve kibrit çöplerinden maketler yaparak hayatını geçiren "temiz" bir adamdır, fazla konuşur, sakar ve ciddi anlamda salaktır.. Acımasız bir oyun oynayan ve diğer insanlarla eğlenmeyi yaşam felsefesi haline getiren Pierre bu salak adamın yaptıkları sayesinde gecenin salağı olur, karısını kaybeder, vergi denetimine girer..
Filmin izlediğim en komik filmlerden birisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle François Pignon rolüyle Jacques Villeret ve Pierre Brochant rolüyle Thierry Lhermitte muhteşem iş çıkartmışlar.. Konunun ahlaki inceliği ve salak dediğimiz insanların tutundukları "aptalca görünen" şeylere neden o kadar asıldıklarını da arada açıklamasıyla bütüne varıyor film.. Finali ile de mesajından önce güldürmeyi istediğini anlatıyor ve güldürme kısmında kusursuz..
I Want You
Michael Winterbottom hediyesi 1998 yapımı dramatik, romantik ve etkileyici bir film..
Lock, Stock and Two Smoking Barrels
1998 yapımı bir Guy Ritchie filmi.
Soap, Tom, Bacon ve Eddy adındaki dört kafadar, o zamana kadar buldukları 25’er bin poundu bir gecede ikiye katlamak için toplam 100 binle kumar olayına girerler. Olay büyük kumarbazımız Eddy ise küçüktür, her ne kadar doğduktan sonra yaptığı tek düzgün şey kumar oynamak olsa da bu oyunu her zaman oynatan ya da hile yapan kazanır.
Eddy, Harry ile girdiği oyunun neticesinde kendisi ve arkadaşları adına 500 bin pound borçlanır ve bunu ödemeleri için bir haftaları vardır, ödeyemedikleri her gün için birer parmakları ve sonunda da Ed^in babasının barı elden gidecektir. Şimdiye kadar hiç yasal iş yapmayan insanların (Soap hariç) bu kadar yüksek miktarda paraya ihtiyacı olması durumunda buldukları çıkar yolları da pek yasal değildir. Hırsızın hırsızı olurlar, her şey bir şekilde yoluna girer, olaylar gelişir, karışır ve keyifle izleriz..
Film gerçekten son derece eğlenceli ve mükemmel bir kurguya sahip. Özellikle kahramanlarımızın olayın içinde dolaşmalarına rağmen üstlerinin kirlenmemesi ve her şey bittiğinde barda bira içebilecek noktaya gelişleri son derece iyi ayarlanmış, kurguda hiçbir şey zorlama durmuyor ve filmin heyecanlı atmosferi içerisinde gayet iyi eriyor.
Oyuncu seçimi konusunda da film çok başarılı, özellikle Nick Moran ve Jason Statham tam olarak istenen insanlardır sanırım, bu karakterlere daha iyi oturabilecek insan bulamazsınız. Sonuçta bu film benim Guy Ritchie’yi sevme nedenim, zaman bulunca tekrar izlerim.
Bir de filmi "Ateşten kalbe akıldan dumana" şeklinde çevirmek neyin nesidir..
Fucking Åmål
“Pazartesi
Neden bu kadar aptalım? Neden Elin’i seviyorum?
Onu seviyorum ve ondan nefret ediyorum.
Ölene kadar seveceğim ama kimse beni onun kadar incitmedi.”
Yukarıda yazılan şey bildiğiniz gibi ilişkilerin ve hayatın temel gerçeklerinden birisi, en çok sevdiğiniz sizi en çok üzebilecek olandır. Peki bu yukarıdaki sözler, cinsiyet bağımsız okunsa da aynı anlamlara gelmiyor mu? Bunu bir kadının başka bir kadına ya da bir erkeğin diğerine yazması ne derece önemli, insanız ve aynı kapılara çıkıyoruz her zaman. Özgür olduğumuzu düşündüğümüzde bile toplumun sınırlarıyla çevrili bir parkta koşuyoruz sadece.
Fucking Åmål, 1998 tarihli bir Lukas Moodysson filmi. İsveç^in küçük ve sıkıcı kasabalarından birisinde yaşayan Elin ve Agnes isimli iki kız^ın cinselliği tanıması ve topluma ters gelen şekilde kendi gerçeklerini yaşaması üzerinedir. Elin, hayatın hiçbir özel ya da güzel yanını kendisine sunmadığını anlayıp “değişik” olmak arzusuyla yanıp tutuşan bir kız olsa da Agnes, herkese farklı ve garip gelen şeyin doğal halidir. Aslında Agnes^in annesin oğluna lezbiyenliği açıklarken “bunda kötü bir şey yok” dedikten sonra kızı için endişelenmesinde saklı olan öz^ü yakalayabiliriz. Her şey hakkında atıp tutuyoruz, özgürlüklere, düşüncelere, tercihlere önem veren güzel insanlarız değil mi? Peki ya bunlar yanımıza geldiğinde, yakınlarımız “diğerlerine farklı geleni” seçtiklerinde hala aynı güzel insan olabiliyor muyuz?
Bilmiyorum, ama Lukas burada bir çok insanın aslında iyi olmadığını anlatmış, her zamanki gibi de bunu çok iyi aktarmış.. Dünyada kokmuş ne kadar düşünce, kokuşmuş ne kadar insan varsa bunların filmini Moodysson çeksin istiyorum, bana herkesten daha dürüst geliyor..
Buradan Lilja 4-Ever^a atlayabilirsiniz..