Danimarka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Danimarka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

OFFSCREEN




"Fuck Boe!!!!"


İzleyenler bilir, Danimarka'dan ithal Reconstruction, biraz garip bir aşk hikayesini anlatmaktaydı. Filmin yönetmeni Christoffer Boe, 26. İstanbul Uluslararası Film Festivali ile karşımıza çıkan filmi Offscreen ile yine soru işaretlerinde bırakmakta bizi.


Filmin içinde bir film daha izliyoruz aslında; Nicolas Bro isimli ünlü bir oyuncunun yaklaşık bir yıl süresince hayatını çekmesi ve oluşacak donelerle de yeni bir film yapmaya girişmesi anlatılmakta. Fikir bizzat Christoffer Boe tarafından verilmekte filmde. İlk dakikalarda Nicolas'ın karısı ile arasındaki problemleri izliyoruz, tabii ki el kamerasından; ayrılışlarını, ve Nicolas'ın elindeki kamerayı hiç bırakmayışını. Bir süre sonra da Nicolas'ın olayı abartışını, gerçek film çekiminde bile elinde küçük bir dijital kamerayla olayları kaydedişini ve kovulmasını izliyoruz; sanki tüm bu olaylardan sonra kasetleri bulmuşuz da evimizde seyrediyoruz Nicolas'ın hayatını.

Bir yerden sonra işler sarpa sarıyor tabii, iş yok, kadın evi terk etmiş, karısı yerine oynattığı oyuncu düşüncesi de saçma olmuş, o da bırakılmış... Gerçek O'nu kim gerçekten oymuş gibi oynayabilir ki zaten; bu derece gerçek, bu derece hayatı yansıtan bir çekimde gerçek olmayanlar eğreti durur...


Sadece sen ve kameran var artık, sana senden daha yakın belki kameran, hatta olayı daha da büyüterek evinin her tarafını kamerayla donatmışsın Big Brother misali. Tek farkla; izleyen de izlenen de sensin burada. Ve sonra zincirin bir gün yavaş yavaş gevşemeye başlar, üstelik kamerandan senin gözünle yansımayan görüntüler de görürsün; karının sen uyurken kaydettiği kasedi. Derken, film kopar...


Etrafındaki herkes karındır sanki; herhangi bir kadını karınmış gibi evine götürür, sonra da öldürürsün; onun kanıyla sıvarsın her tarafını ki aslında karın olmayan karınla daha da bütünleşebilesin; ekmek şarap hikayesi gibi, belki de olabilecek en eski kökenlerine dönerek en eski kurban verme ritüllerini gerçekleştirmen gibi birşey. Ve sonra, film gerçekten kopar; biz izleyiciler de çektiğin bu son kasedin son görüntüsünü izlerken senin yerinde biz olsak ne kadar leri gidebileceğimizi sorarız kendimize...

0 yorum

Falscher Bekenner


Armin (Constantin von Jascheroff) uyum sağlamayı başaramayan bir gençtir, her iş görüşmesinden eli boş döner. Çünkü “en sevdiğin renk nedir” sorusuna bile cevap veremez. Ailesi ise onun bir iş sahibi olarak hayata karışmasını ister, nasıl olursa olsun.. Bütün bu baskı ve kimlik sorunları onu işlemediği suçları üstlenmeye iter. Gittikçe bunu bir tutku haline getirir. Bunun üzerinden kendine bir kimlik edinir.

Hayalleri ve gerçekleri arasında bocalayan Armin’i anlatmak için yönetmen de belirsiz bir üslup kullanmış. Armin’in yaşadıklarının ne kadarının gerçek, ne kadarının hayal olduğunu anlamak zor. Toplumsal olduğu kadar hayallerinden anladığımız kadarıyla cinsel kimliğini de oturtamamış durumda. Gerçek hayatında genç bir kadına aşıkken kurduğu hayallerde hep erkeklerle birlikte oluyor. Duvarında hem erkek hem de kadın posterleri var. Aslında hangi dünyası hayal, hangisi gerçek pek de emin olamıyoruz. Armin bir türlü uyum sağlamayı başaramıyor, çünkü standartlara uymuyor. Sürekli olarak gittiği iş görüşmelerinde karşısına hep aynı sorular çıkıyor, ancak o bu sorulara hiç doğru yanıtları veremiyor. Yönetmenin iş dünyasının tek tipliğine karşı da bir eleştirisi var gibi. En azından gençlerin maskeli bir şekilde katıldıkları iş deneyimi böyle bir şeyi düşündürüyor.

Armin’i yalnızca son planda polis arabasına bindirilmişken mutlu görüyoruz, ilk kez o zaman gülümsüyor. Acaba bir yerlere ait olduğunu ve birileri tarafından dikkate alındığını mı hissediyor? Birçok şey söylenebilir; ancak bu filmden çıkarılan hiçbir sonuç kesin değil. Ayrıca yönetmen de yanıtlardan çok sorularla ilgileniyor gibi. İzlenmesi zor filmlerden, ancak kesinlikle üzerinde uzun uzun düşünülmeli.

1 yorum