Ben X
"Sürekli rahat olmamı söylüyorlar, ama beni rahat bırakmıyorlar."
Farklı olmanın zorlukları üzerine gerçek bir olaydan yola çıkan bir film Nic Balthazar’ın 2007 yapımı filmi. Ben, çocukluğundan beri farklılığı yüzünden doktora gitmek zorunda kalan bir gençtir. Değişik teşhisler sonunda en sonunda otistik teşhisi konulmuştur. Hislerinin olmadığını söylemektedir doktorlar, seslenince bakmadığı, kendi içine gömülüp durduğu için. Ben gerçeklerin acımasızlığından bilgisayar oyunları sayesinde kaçar. Orada yarattığı güçlü karakter ve Scarlite ile kurduğu ilişki, ona bir kaçış yolu sağlar. Okulda çok fazla zorluk yaşar, onun farklılığı sınıftakilerin en büyük eğlencesidir. Hayatı boyunca her zaman böyle olmuştur, ama son zamanlarda iyice küçük düşürücü boyutlara ulaşmıştır. Ben’in aklında tek bir şey vardır; kendi ölümü, sürekli onu planlamaktadır. Hatta bir liste bile hazırlamıştır intihar şekilleriyle ilgili. Ama Scarlite ile kurduğu hayali ilişki onu hayatta tutar.
Ben’in dünyası bilgisayar oyunu ve gerçek arasında gidip geliyor, yönetmen de buna göre bir üslup yaratmış, görsel olarak oyun ve gerçek arasında gidip geliyoruz. Ben, gerçekte ezilirken hep çok güçlü olan oyun karakterini düşünüyor ve her sabah oyundan hayata dönüp aynaya baktığında kendi “ezikliğinden” nefret ediyor. Bunun yanında Ben’in ailesiyle ve öğretmenleriyle olan konuşmalar da var. Bu kısımda ise belgesel bir tavırla yakınlarının Ben hakkındaki görüşlerini dinliyor ve ona biraz daha dışarıdan bakıyoruz. Aslında üç bakış açısı var denebilir filmde. Ben’in iç sesi sayesinde kendisini diğer insanlardan nasıl ayırdığını, yakınları sayesinde onun diğer çocuklardan farkını, “diğerleri” sayesinde yani Ben’i hiç tanımayan ve asla tanıyamayacak olanlar sayesinde ise tamamen uzak, üstten, toplumsal sakat bir başka bakış açısı.. Aslında çok basit bir isteği var Ben’in ve ailesinin, onlar normal bir çocuk istemiyorlar, onlar Ben yüzünden değil hep diğerleri yüzünden sorun yaşamışlar ve istedikleri tek şey “rahat bırakılmak”.
Film boyunca o kadar çok geriliyoruz ki, kendimizi kaptırıp Ben’in gerçekten bir şiddet patlaması yaşamasını bekliyoruz; iki seçenek var gibi görünüyor önünde, ya onu ezenlerin başında yer alan iki çocuğu yok edecek, ya da kendini.. Neyse ki Ben bizim göremediğimiz üçüncü seçeneği görüyor da yeniden doğuyor kendi ölümüyle. Anlatmak istemiyorum finalini ama Svefn-g-Englar’ın da çalınmaya başlamasıyla rahatladığımızı söyleyebilirim. Filmin sonunda yöntemin inandırıcılığı önemini kaybediyor, film boyunca dersini almalı diye düşündüğümüz insanlar dersini alıyor. Hem de hiç tahmin edemeyeceğimiz bir yöntemle. Üstelik herkes kendi çocuğunun gerçekten zalim tarafıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Daha fazla şey anlatmadan susayım ve geçtiğimiz film festivalinde yer alan bu filmin yakında gösterime gireceğinin müjdesini vereyim. Bu arada Greg Timmermans’ın Ben rolünde çıkardığı çok başarılı oyunculuk için bile izlenmeli film.
Man Bites Dog
Filmin orjinal adı: C'est arrivé près de chez vous. Telafuzu ve anlamı daha kolay olmasından ötürü başlık olarak, filmin ingilizce ismi "Man Bites Dog"'u tercih ettim.
Belçikalı üç sinema öğrencisinin yönettiği Man Bites Dog, 90'lı yılların oldukça ses getiren işlerinden biriydi. Bugün bu filme baktığımızda belki çok daha farklı bir anlam taşıdığını söyleyebilriz. Filmin söylemek istediklerinin, bugün yaşadığımız durumla birebir örtüştüğünü yadsıyamayız.
Film, bir katil olan Ben'in doğal yaşamını anlatan bir mockumentary(kurmaca belgesel). Film boyunca TV için çekilmekte olan bu sahte belgeselin oluşum sürecini izliyoruz. Filmin yönetmenlerinden biride katili oynayan Benoît Poelvoorde. Filmde belgeseli görüntüleyen kameraman André Bonzel ve röportajcı Rémy Belvaux'da filmin diğer yönetmenleri. Filmin orjinal ismi "C'est arrivé près de chez vous"'nin anlamı "hadise yanı başımızda oldu" demek. Filmin ingilizce ismi ise bana kalırsa daha bir anlam taşıyor. "İnsan Köpeği Isırırsa". Bir köpeğin insanı ısırmasının haber değeri taşımayıp insanın köpeği ısırmasının epey bir haber değeri taşıyacağı ifadesine bir gönderme. Bir nevi medya'da neyin haber olup olamayacağına dair yazılı olmayan kurallara yapılmış bir gönderme. Filmin aslında salt bir medya eleştirisi yada herhangi bir kuruma yada görüşe karşı tutunduğu net bir tavrıda yok. Film sadece her hangi bir zaman dilminde olmuş yada yakın/uzak gelecekte vuku bulabilcek bir duruma değinmeye çalışıyor. Ben'in hangi değer yargılarına sığınarak cinayet işlediğini anlayamıyoruz aslında. Kimi zaman para için kimi zamansa zevk için öldürdüğü apaçık ortada. Ayrıca ilgiçte bir katil profili çiziyor. Oldukça normal sayılabilecek bir aile çevresi var. Bu adamın nasıl olup da bu kadar normal bir aileden böyle manyak bir psikopat olduğuna, ilk başlar da oldukça şaşırıyorsunuz. Katilimizin şiire, müziğe ve genel anlamda sanata yönelik ilgisi ise gözden kaçacak gibi değil. Yer yer komikte sayılabilecek espriler yapıyor. Hatta bir süre sonra seyirci ile empati kurmayı başarabiliyor. Filmi izleyenler hiç çekinmeden bunca korkunç cinayet işlemiş (bunların içinde ufak bir çocuk da var) bu adama sempati duyabiliyor. Bu durum filmin hedeflediğine ulaşmasını sağlıyor aslında. Yazının başlarında değindimiz gibi; günümüzde medya insanı o kadar hipnotize edici hale geldi ki artık kendi fikirlerimiz yada değer yargılarımızdan ziyade izlediğimiz bir TV kanalının anlattıklarını benimser olduk. Gözümüzün içine baka baka yalan söyleyen bir siyasetçiyi destekleyip; Her türlü pisliğe bulaşmış hatta kendince çete kurup mafyacılık oynayan insanları baş tacı etmişiz. Aslında çok da garipsenecek bir durum değil. Çünkü biz katil kişileri "seninle gurur duyuyoruz" nidalarıyla destekleyen bir toplum daha ziyade insan nesliyiz. Oliver Stone'nun Naturel Born Killers" da fenomene dönüşen katil çiftini de hatırlayabiliriz. Belki de ileride TV'den naklen cinayet izleyecek duruma geleceğiz. Bu durum belki çok uç bir varsayım gibi duruyor ama; gidişatımız bu durumun gerçekleşemeyeceğine dair kesin bir yargıyı da koyamıyor. Önümüzde somut bir şekilde duran Irak Savaşı ve bunun Amerikan televizyonlarına yansıyış biçimin hatırlayalım. Her şeyi gördüğü gibi algılayıp sorgulamayı akıl edemeyen halk için medya, çok rahat bir ikna ve kandırma merkezi. Hala "Rambo" filmleri sayesinde Vietnam savaşını kazandığını zanneden amerikan gençleri olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Neyse bu tartışmaların sonu yok. Bir şekilde yaşayıp görüyoruz/göreceğiz.
Filmin genel olarak biçimsel özelliklerine de kısaca değinelim; Filmin siyah-beyaz tonu, olaya oldukça gerçekçi bir hava katmış. Filmin temposunun arttığı kimi sahneler de titreyen kamera, birebir yaşanmışlık hissini oldukça inandırıcı biçimde yansıtıyor. Hatta bu inandırcılık kimi cinayet sahnelerinde izleyeni ufak bir dehşete de düşürmüyor değil. Filmin sahte bir belgesel olduğu gerçeğini kendinize zoraki olarak kabul ettiriyorsunuz. Sonuç itibariyle Man Bites Dog, her zevke ve bünyeye hitap eden bir film değil. Kimilerine oldukça rahatsız edici gelebilir. Ama bir çok yönden de izlenmesi ve keşfedilmesi gereken kült bir klasik.
Jeux D'enfants
2003 tarihli Yann Samuell filmi.
Filmin adını gördüğünüz her yerde Amelie ismine de rastlayacaksınız, hatta bu yüzden ben de hemen buraya yazıyorum. Filmin, Amelie ile Jeunet^nin açtığı “hayal edilen masalsı dünya, şirinlik ve sevimlilik, yanında da güzel bir hikaye” sinemasının devamı gibi görünmesi oldukça doğal. (Belki Jeunet^den öncesi de vardır ama bende yok, benim miladım o.)
Dışlanmış ve farklı bir kız olan Sophie ile hayatın aslında çocuklara anlatıldığı kadar güzel olmadığını erken yaşta öğrenen Julian^ın oyun mu gerçek mi bir türlü anlaşılmayan aşk hikayesini anlatır film. Bir şekilde çocukluklarını tam olarak yaşayamayan insanların, geçmişten sakladıkları küçük oyunlarla büyükler dünyasında var oluşunu izlemek oldukça keyiflidir. "Cap ou pas cap" sorusuna verilen her "cap" yanıtıyla biz de ana hikayemizin yanındaki küçük oyunlarda karakterlerimizle beraber oyuncu olur, filmle birlikte ilerleriz. Başarılı ve benim için özel bir filme imza atan yönetmenin eleştirilebilecek tek noktası, masalsı anlatımda burun kanatma isteğidir sanırım. Filmin kendine has atmosferinden ayrıldığı bir kaç nokta var ki "hiçbir oyun böyle kurallarla oynanmaz, oynanmamalı" diyorsunuz. Yine de Jeux d'enfants, tekrar tekrar izleyebileceğim, kusursuz ve yenilikçi olmasa da "insanın gönlünü hoş tutan, gününü kurtaran filmlerden" birisi.
- En kötüsü sözlerin tamamını hatırlayamamamdı.