Vals Im Bashir



“Hiç mi savaş karşıtı İsrailli yok, neden seslerini duymuyoruz?” sorusunu sormaya başladığımız günlere denk geldi Beşir ile Vals. En azından bir ses çıktı diye sevindik.

Yönetmen Ari Folman'ın hatırlamadığı ordudaki geçmişinin izini sürmesini anlatıyor film. Önce neden böyle bir film animasyon diye soruyoruz. Başka türlü anlatsa daha inandırıcı olabilecekken neden böyle bir yolu seçmiş yönetmen. Bu soruya “…sıradan bir belgesel olarak çekilseydi, çok basit bir sebeple, şu anda burada ya da Cannes’da ya da başka bir yerde oturuyor olmazdım: Sıkıcı olurdu çünkü”* diye cevap veriyor yönetmen. Haklı ne diyelim. “Ama neden animasyon? Filmdeki, hafıza, kayıp anılar, bilinçaltı, rüyalar, kayıp gençlik, karşılıksız aşk, halüsinasyonlar vs. gibi öğelere bir arada baktığınızda göreceksiniz ki hepsini tek bir anlatı akışı içinde bağlamak yalnızca animasyonla mümkün olacaktı.”* diye devam ediyor. Ama filmi izledikten sonra yönetmeni biraz samimi bulmadım açıkçası. Animasyon gerçeklerden kaçmaya çok uygun bir tür. Film de biraz gerçeklere dokunur gibi yapıp kaçıyor, filmin bu haline uygunmuş gibi geldi animasyon.

Yönetmen, geçmişinin peşinden koşarken onunla aynı zamanda orduda olanların Lübnan’da yaşananları anlattıklarını görüyoruz. İsrail’in korkak ve elinde silahla etrafa rastgele ateş açan bir ülke olduğunu düşünüyordum her zaman. Bu yorumumu doğruluyor gibi bu askerlikle beyni yıkanmış genç insanların; çocuklardan, üstlerine gelen arabalardan, her şeyden korkarak etrafa durmadan ateş açmaları. Ne yaptıkları hakkında en ufak bir fikirlerinin olmaması. Aynı “aptallıkla” Falanjistlere ışık sağlayarak Sabra ve Şatila katliamlarına göz yummaları. Önce filmin bunu söyleyebilmesi de bir şeymiş gibi geldi. Ama film ilerledikçe ve Gazze’de olanları da düşündükçe bu “bir şey” yetmemeye başladı. Daha fazlasını bekledim; daha büyük bir vicdan muhasebesi, daha fazla pişmanlık. Ayrıca gençtik, aptaldık, ne yaptığımızı bilmiyorduk söylemi de bizim suçumuz yok mu demekti? Yönetmenin “bu politik bir film değil, kişisel bir film” uyarısını yapması da rahatsız etti beni. Kişisel bir filmin politik açılımlarını kabul etmemek, bugün Gazze’de olanlarla ilişkilendirmemek de ne demekti? Korkaklık mı yoksa? Belki İsrail’den çıkacak bir sesin ancak çok cesur olması, çok gür bir şekilde herhangi bir amaya da başvurmadan bütün samimiyetiyle biz suçluyuz diye bağırması ancak dindirebilir üzüntümü, öfkemi; belki ondan filmden memnuniyetsizliğim.

Filmin gerçek görüntülere başvurduğu final sahnesi bütün filmin söyleyemediğini söylüyordu aslında. Bütün yaşanan acılar, kadınların çığlıkları, ölen çocuklar, hepsi gerçek, animasyon izlediniz diye yanılgıya düşmeyin.


* Altyazı Dergisi, Şubat 2009

2 yorum:

  1. SE7IN said,

    mükemmel bir film dersem alkış tufanının gazına kapılıp gitmiş gibi görünmekten korkuyorum ama gerçekten çok etkileyici bir film en azından bir film olarak, görsellik itibariyle tek kelimeyle "güzel".
    siyasi doğruluk itibariyle tartışılabilir gibi geliyor bana. ama sabra ve şatilla katliamını biz yapmadık ki hristiyan falanjistler yaptı savunmasının üzerine biraz fazla oynanmış, ariel şaron'un adı bile geçirilmemiş neredeyse. ama bir yandan da ari folman kendisi üzerinden mükemmel bir sembolizm kurmuş bence. nasıl ki ari katliama katılmadı sadece ortalığı aydınlatan fişekleri ateşledi, israil de filistinlileri tek tek taramadı ama bütün bunlar olurken elini kolunu bağlayıp kenardan izlemekle yetindi.
    bir eylemin yapılmasını kolaylaştıran o eylemi yapanlar kadar suçlu mudur? işte bu noktada filmin kafası biraz karışık. hem bir utanç var hem de bir savunma hali. özellikle auschwitz göndermesini biraz gereksiz buldum. ama son iki dakikasıyla gerçekten efsane oldu film, persepolis (ki neyine karşılaştırmaktalar bu iki filmi hiç anlayamadım) falan yalan bence.
    son olarak şu an üzerine yorum yapmakta olduğum altyazı makalesine dair bir şey söyleyeyim: yazar filmde animasyon kullanılmasından hoşlanmamış gibi görünüyor. ama bence animasyon tam olarak filmde travma uzmanı psikiyatrist kadının anlattığı şeyi yapmaya yarıyor. en sona kadar seyrettiklerimizi gerçeklikten uzak bir kurgu, bir çizgi film olarak izliyoruz. ama son anda gerçek hayattan arşiv görüntüleriyle karşılaştığımızda bir anda anlıyoruz hanyayı konyayı. tıpkı doktorun anlattığı amatör fotoğrafçının kamerasının kırılması gibi bizim de kameramız kırılıyor bi anda ve güüümmm!!! welcome to the desert of real...

    on 1 Mart 2009 23:04


  2. SE7IN said,

    http://haaretz.com/hasen/spages/1065552.html

    on 4 Mart 2009 18:16