Hunger



Geçen yıl festivallerin en fazla konuşulan filmlerdendi Steve McQueen’in ilk filmi Hunger. Adı Sonbahar ile birlikte sıkça anılır oldu. Ne yazık ki ülkemizde gösterim şansı bulamadı, belki bulamayacak da. Özcan Alper kendi filmiyle birlikte izlenmesinin ne kadar uygun olduğunu her fırsatta söyleyip duruyordu. Geçenlerde Sonbahar’ı tekrar izledikten sonra bu filmi izledim. Keşke iki filmi art arda izleyeceğimiz bir özel gösterim olsa diye düşündüm. Bir filmin sustuğu yerde diğeri başlıyor gibi. Yusuf içerde kalmaya devam etse, Bobby Sands gibi yok oluşunu izliyor olacaktık, o başka türlü gitti ölüme.

Ira liderlerinden Bobby Sands’in 1981 yılında, hapishanedeyken, politik haklar için başlattığı/başladığı açlık grevi esnasında yaşadıklarını, 66 gün boyunca yavaş yavaş ölüme gidişini anlatıyor film. Ama onun hikayesine gelmeden önce, işkenceci bir gardiyana, gördüklerine ve yaptıklarına dayanamayıp bir köşede ağlayan genç bir polise, “yıkanmama” protestosu gösteren mahkumlara uğruyor. Sonra Bobby Sands’e geliyoruz, önce tüm insanlık hallerine uğrayarak, yani aslında olan biten her şeyin onu bu noktaya getirdiğini de görerek…

Filmin çok sert bir üslubu var. Şiddet sahnelerini göstermekten de hiç çekinmiyor ki aslında olması gereken buymuş gibi duruyor filmde. Yusuf’un hikayesi sessizce anlatılırken nasıl aslında doğru üslup buymuş gibi hissettiysem bu filmde de öyle hissettim. Genellikle plan sekanslardan oluşan ağır bir temposu var, neredeyse diyalogsuz olan filmin ortalarında bir yerdeyse Bobby Sands ve bir rahibin diyaloguna yer veren yaklaşık yirmi dakika süren sabit bir bakış açısıyla çekilmiş bir sahne var. (Yönetmen bu sahneyi Altyazı’daki söyleşisinde * “iki kişi arasında çok önemli bir konuda yapılan bir konuşmaydı ve seyircinin sadece izleyici olduğunun farkında olmasını, kendisine hitap edildiğini düşünmemesini istedim” diye açıklıyor.) Filmin bu ağır temposu Bobby Sands’in açlık grevine girmesiyle iyice ağırlaşıyor. Yönetmen “açlık grevinde ölmek yavaş yavaş ölmektir, seyircinin bunu kavrayabilmesini istedim”* diyor yine aynı söyleşide. Gerçekten de ölüme gidişin tüm aşamalarını görüyor gibiyiz. Bobby’nin bedeni yavaş yavaş ölürken bir yandan da çocukluk anılarını izliyoruz. Onun gibi gözleri parlayan, koşan bir çocuğun bu hale gelmesine dayanamayarak aslında daha fazla öfkeleniyoruz. Ölüm sadece bu gördüğümüz iflas etmiş bedeni değil gözleri parlayan umutları olan çocuğu da götürüyor.

Filmin sonunda Bobby Sands ile birlikte dokuz kişinin daha öldüğü açlık grevinin yedi ay sonra sonladığını ve İngiliz Hükümetinin mahkumların talep ettiği hakları kabul ettiğini öğreniyoruz. Ve ilk filmiyle gerçekten çok önemli bir iş başarıyor Steve McQueen, hem içerik hem de üslup olarak sert bir filme imza atarak cesur oluyor.


* Altyazı Dergisi Ocak, 2009.

0 yorum: