Let the right one in (Låt den rätte komma in)


İnsanların korku filmi izleme amacı nedir? Zaten ilerleyen dakikalarda olduruleceği aşikar guzel kızların küçük şortlarıyla bir oraya bir buraya koşturmaları mı, yerleşik hayatın durağanlığından açığa çıkan adrenalin isteği mi,yoksa gizemli ve doğa üstü şeylerin beraberinde getirdiği cazibe mi? Durumu biraz daha özelleştirelim. Bir vampir filminden beklenenler nelerdir? Bram Stoker's Dracula kılıklı karizmatik vampirler mi, yoksa Underworld konseptli savaşçı ama bir o kadar da duygusal olanlar mı aranır bu tür filmlerde? İnanıp inanmamak size bağlı olan birşeydir, bir filmden neler beklediğiniz de yine sizin deneyimlerinizeve önyargılarınıza bağlıdır; ancak Let the Right on in filminde beklediklerinizin - ya da deneyimlediklerinizin - hiçbirini göremeyeceksiniz. Bu film, sadık korku filmi izleyicilerine farklı bir tür sunuyor.

Beklentilerin çoğu mistik olaylar ya da vahşet üstüne yoğunlaşmışken, "kuzey ışıkları" temsilcisi İsveç'ten gelen bu film, bu beklentilerin hiçbirini size sunmuyor. İlk başta kotu olarak algılanabilir belki bu beklentilerin gerçekleşmemesi, ancak korku filmini korkunç yapan şeyin zaten izleyicinin karakerlerle empati kurarak onların yerine korkması/ yaşadıklarını onlarla beraber yaşaması düşünüldüğünde,kendinden bekleneni layıkıyla yerine getiriyor.

Filmin anakahramanı Oskar, 12 yaşında,okuldaki kabadayı çocuklarda surekli dayak yiyen birçocuk olarak karşımızaçıkıyor.Çok fazla arkadaşı yok, zaten okuldaki zamanının çoğunu diğer çocuklardan dayak yemekten kaçarak geçiriyor. Birgun, apartmanlarına yeni taşınan bir kız çocuğunu keşfediyor,Eli'yi. Ancak Eli'de de bir gariplik var sanki, o buz gibi soğukta hiç üşümüyor,çünkü üşümeyi unutmuş. Bazen olu gibi duruyor,güçsüz, yorgun... Ama ne zaman civarlarda biri oldurulse, sanki yendien doğmuş gibi neşeli...

Film, bu andan sonra kesilip, başlangıç kısmı örneğin bir aile dramını ya da isveçte çocukların yaşadığı zorlukları anlatan bir filmle bağlansa, hiç de aykırı durmayacak bir durağanlıkta. Eli'nin üşüyememesi, ya da Eli'nin "mucizevi" bir şekilde bacaklarını kırmadan bir oraya bir buraya atlayıp zıplaması gibi detaylar,bir şekilde kızın bünyesinin dayanıklı olduğuna falan bağlanabilirse sokaktaki iki çocuktan farkları kalmayacak. Her an bir aksiyon olmasını bekleyen izleyiciler için filmin bu kısmı koku filmi ozelliğini taşımıyor belki ama bence filmin gücü biraz da buradan geliyor. Çok küçük detaylarla hikayeyi kafamızda toparlıyoruz. Hiçbirşey gözümüze iğrençlikle ya da zbamm!! efektiyle sokulmuyor; zaten gerçek hayatta hiçbirşey de Hollywood efektleriyle yaşanmadığına gore,film gerçekçiliğini ve gerçek hayatta yaşanabilme olasılığını bu ozellikleriyle arttırıyor.

Film ilerledikçe Oskar'ın Eli'ye olan aşkı da artmaya başlıyor. Bence bu noktada filmin asıl konusu,küçük bir çocuğun bir vampire aşık olursa ne olabilecekleri oluyor.Film, bu nedenle de daha gerçekçi ve daha korkutucu bir hale bürünüyor. Sevdiğiniz insanın vampir olma olasılığı yeterince korkutucu.

Önemli karakterlerden biri de Eli'nin babası olduğunu tahmin ettiğimiz adam. Eli'nin öğünlerini elinden geldiğince karşılamaya çalışan, lakin bunda başarılı olamayınca da kendini sunmaktan çekinmeyen cefakar bir insan kendisi ki daha sonra arkadaşarımla yaptığım konuşmalarda bu adamın Eli'nin eski sevgilisi olabileceği düşüncesi geldi; filmi bir de bu açıdan izlemek, Oskar'ın sonunu tahmin etmek için faydalı bir yol oluyor.

Bir vampirle küçük bir çocuğun dayanışma sahnesi, filmin doruk noktası ve o kadar başarılı bir sahne ki, ne olduğunu anlayamadan ve mistikliğini/ doğaüstülüğünü gözümüze sokmadan izleyicilerin gözlerinin korku ve şaşkınlıkla büyümesine neden oluyor. Gerçek, aslında ciddi anlamda korkutucu bir gerçek, sakin sakin seyirciye anlatılıyor. Alışıldık korku filmlerinin tam tersi bir şekilde,bütün durağanlığıyla film bizleri korkutuyor.

Korku filmlerini,özellikle vampirli olanları çok seven bir insan olarak bu filmi, korku dalına getirdiği yeni bir anlatım tekniği açısından çok sevdim. Let the right one in'i izlemenizi kesinlikle öneririm, testere serisinin aksine çok daha az kanlı, ancak ondan çok daha korkutucu bir film gerçekliğe çok daha yakın olması sebebiyle....

3 yorum:

  1. esperanza said,

    aslında cinselliğe hiç değinilmemiş. sevgililik bambaşka bir tür bağlılığın adı olmuş sanki.
    eski "sevgili" de oskar türünden, kendi başına sıradan bir yetişkin yaşamı kuramayacak, yapyalnız bir başka çocuktu muhtemelen bir zamanlar ve Eli'nin ganimetleri arasındaki tüm diğer yüzükler de geçmişe doğru daha başkaları...

    on 20 Mart 2009 22:54


  2. SE7IN said,

    biz de babası mı eski sevgilisi mi meselesine bi hayli kafayı yorduk, ben eski sevgilisi diyenlerdenim. hatta bence bundan 40 yıl sonra oskar da o adam gibi olacak, sonra onun yerine de yeni bir çocuk bulacak eli. aynı o diğer adam ve oskar gibi öldürmeye niyetli, ama yeterli olmayan. ayrıca o adam eli'nin babası olamaz çünkü eli yüzlerce yaşında bir vampir, e o adamın da vampir olmadığı ortada, demek ki aslında eli'den çok çok genç.
    bizim kafamıza takılan başka bir mevzu: oskar'ın babası gay mi yoksa alkolik mi? ne olduğunun gerçi filmle çok alakası yok ama yine de merak.
    sonracığıma, bir de allah rızası için birisi bana şunu açıklasın: onca insan öldü, belli ki kasabayı vampirler sardı, kadının biri hastane yatağında alev aldı, her taraftan cesetler çıkıyor, bu rahatlık nedir peki? bir tek oskar'ın annesi ve öğretmeni biraz "dikkatli ol" modunda geri kalan herkes hayatına devam ediyor, bizde olsa aynı şey "public hysteria"nın dibine vurulmaz mı? :))
    bir de bu film benim vampirler hakkında hollywood'dan öğrendiklerimi yerle bir etti: hollywood'a göre eğer vampir insana kendi kanından içirmezse o kişi vampir olmaz, ama burada vampirlik kurtadamlık gibi bir şey olmuş, ısırılırsanız ya öleceksiniz (eli genelde boyun kırarak hallediyor bu şeyi) ya da vampir olacaksınız. ayrıca eli'nin evinde ayna ne arar? o yanan kadının kocası elinde bıçakla geldi güya eli'yi öldürecek, kalbine tahta kazık çakmadan vampir öldürülür mü? kediler neden vampirlere saldırır?

    not: her şeye inandın da bir bunlara mı inanmadın diyenlere sözüm yok :))

    on 26 Nisan 2009 21:00


  3. Porco Rosso said,

    bir vampir filminde vampir kelimesi geçmeyince daha etkilio luyor sanırım. oysa aşk filmleri öyle değil. ne kadar çok dersen film daha duygusal olur.

    near dark'ı da bu yüzden sevmiştim. ama let the right one in başka bir film. romantik, gerçek gibi duran karanlık bir film. bembeyaz karların içinde anlaşılmaz bir karanlık. kesinlikle yılın iyilerinden.

    on 18 Mayıs 2009 00:04