Eastern Promises


Son yıllarda tanıdığımızı sandığımız yönetmenlere bir haller oldu, filmlerinden küçük bir parça bile görsek hemen kimin olduğunu tahmin edebileceğiniz yönetmenlerin imzaları artık değişmeye başladı. Woody Allen bunlardan biri. Match Point kesinlikle bildiğimiz Woody Allen filmlerinden değildi, ama çok iyi bir filmdi, yine de şöyle bir durum olmadı değil; onun geveze filmlerinden hoşlanmayanlar bu filmi sevdi, bu değişikliği olumlu buldu, ve artık Match Point’ten sonra yeni bir sayfa açıldı Woody Allen sinemasında. Şimdi yeni filmi Cassandra’s Dream’in afişinde Match Point’in yönetmeninden yazıyor. Üzücü bir durum bu. Cronenberg için de benzer bir durum var. A History of Violence’tan sonra başka bir sinema yapıyor artık yönetmen. Ve Videodrome’a, Naked Lunch’a katlanamayacak kişiler tarafından sahipleniliyor bu filmler. Artık ondan böyle filmler bekleniyor. Ne yazık ki onun meraklı izleyicileri de eski izlerini arıyor yeni filmlerinde, ve buldukları bir iki şeyle seviniyorlar. Woody Allen’dan daha farklı onun durumu, Woody Allen sanki yeni bir mecra buldu. New York’tan çıktı ve başka yerlere bakmaya, başka insanların hikayelerini anlatmaya başladı. Cronenberg ise eskiden beri ilgilendiği konuları ticari sinema diliyle anlatıyor artık. Elbette ki yönetmenler yeni hikayeler anlatabilir, artık onları yeni şeyler ilgilendiriyor olabilir. Ancak Cronenberg meseleleriyle daha gerçekçi bir düzlemde ilgileniyor, iki filminden anladığımız kadarıyla artık o, anaakım sinemanın sınırları içinde derdini anlatmak istiyor, derdi de eskiden bildiğimiz şeylerin daha yüzeysel halleri gibi duruyor. Son iki filmiyle yönetmen aynı kişide toplanan iyi ve kötüyle ilgileniyor, bunu da artık herkesin anlayabileceği bir dille yapıyor.

A History of Violence’tan sonra Viggo Mortensen yine iyi mi kötü mü tam anlayamadığımız bir karakterde, Nikolai, Londra’daki Rus mafyasının içine onları çökertmek için sızmaya çalışan bir şoför, Semyon (Armin Mueller-Stahl) Rus mafyasının Londra şubesi Hırsızlar Birliği’nin başı, Krill (Vincent Cassel) baş belası bir oğul, Anna (Naomi Watts) ellerinde ölen 14 yaşındaki anne Tatiana’nın çocuğu için doğruyu yapmaya çalışan bir hemşire. Çocuk yaşta fahişeliğe zorlanan Tatiana’nın günlüğünün peşinden gidiyor Anna, yolu Semyon ve Nikolai ile karşılaşıyor. Bir yandan onun doğru için çabalamasını izlerken bir yandan da Nikolai’nin iyi ve kötü arasında gidip gelişlerini izliyoruz. Tatiana’nın günlüğü kendi sesinden dış ses olarak kullanılıyor film boyunca. Gerçekten sinir bozucu ve karanlık bir atmosfer yaratmış yönetmen. Londra’da geçen filmde neredeyse hiç İngiliz yok, Ruslar, Türkler, Çeçenler var etrafta, bozuk bir İngilizce sürekli duyduğumuz. Kesilen kafalar, oyulan gözler ve bolca kan var her yerde. Filmin Cronenberg’i hatırlatan izleri ise yönetmenin Nikolai’nin bedeniyle uğraştığı bölümler. Mafyaya kabul töreninde bedeni ve dövmeleri inceleniyor Nikolai’nin, kabul edildikten sonra bu kabulün simgesi olan yeni dövmeler işleniyor bedenine. Hamamda ise çıplak bedeni düşmanları tarafından delik deşik ediliyor. Hala kimlikle hala bedenle ilgileniyor yönetmen, onu parçalamayı delmeyi seviyor hala, ama eskisi gibi felsefi anlamda değil. Cronenberg’in dünyasına ait tek karakter olan Nikolai’ye “kimsin sen neden bize yardım ettin” diye soruyor Anna kucağında bebekle. Filmin sonunda Nikolai’nin Semyon’un yerinde oturduğunu görüyoruz. Yüzünde tekinsiz bir bakışla. Yönetmenin de ilgilendiği soru sanırım bu kimsin sen sorusu.

İyi bir görüntü yönetimi, başarılı bir senaryo var belki ama, ben anlamak için çaba sarf ettiğim ve tekrar tekrar izlediğim Cronenberg filmlerini tercih ederim. Umarım bu da bir oyundur ve sınırlar dahilinde bile iyi bir film yapabileceğini ele güne göstermek istiyordur yönetmen. Yine umarım ki çabuk sıkılır bu oyundan, iki film yeterli oldu bence.

0 yorum: