Cassandra's Dream
Woody Allen’in yine kendi yazıp yönettiği filmi ahlaki bir açmazın içine giren iki kardeşin hikayesini anlatıyor.
Dizilerde, filmlerde artık gözümüz alıştı. Dakika başı bir insan ölüyor ve bu durumu yadırgamıyoruz, cesetler üzerimizden akıp gidiyor, olan fgr’lere oluyor. Söylemeye çalıştığım şey, yeter artık bu şiddet filan değil… şunu söylemeye çalışıyorum, izlemeye aşina olduğumuz bir şeyin, aslında o kadar da sıradan olmadığını, ve sıradan insanlara neler yapabileceğini anlatıyor bu film…
Oyuncularının gücü sayesinde birçok şeyin üstesinden gelmiş sanırım film. Text olarak elbette etkileyici (fakat o Woody Allen’ın aralara sıkıştırdığı gerçekten güldüren izi yok filmde… Başka bir yol izlemeyi tercih etmiş sanırım) fakat Terry ve Ian’ı oynayan, Colin Ferrell ve Ewan McGregor karakterlerin gücünü ve sıradanlığını ortaya çıkarmışlar… Gerçekten saf, heyecanlı ve sıradan görünmeyi beceren Colin Farrell (aldığı kilolar yaramış) konuşmadığı anlarda bile sadece kadrajı değil, sahneyi de doldurmayı başarmış. Yırtmaya çalışan, üçkağıtçı Ewan McGregor da enerjisiyle kendini sevdirmeyi başarıyor. Bu ikili sayesinde iş cinayet anına yaklaşıp gerilim arttıkça, bu iki biraderi sevdiğinizi anlıyorsunuz. Aslında görüyoruz ki çok da gerekli olmayan bir cinayet işlenmek üzere (cinayetler sınıflara ayrılır, gerekliler ve gereksizler)… Ian’ın sadece kendine ve kardeşine yeten aklıyla işi meşrulaştırma ve içlerini rahatlatma çabaları cinayetin gereksizliği, bir zaafa hizmet ettiği fikrini daha da güçlendiriyor. Ama o an yaklaştıkça, biraderler artık cinayetin dibine kadar geldiklerinde insan içinden “Yapmayın,” dese bile, bir yandan da “Aman pürüz çıkmasın,” diyor. Sonuçta film izleyicisi olarak o cinayetin işleneceğini adımız gibi biliyoruz ve bizi korkutan, artık sevdiğimiz karakterlerimizin başına bir şey gelmesi…
hayalmeyal “Eastern Promises” yazısında şöyle diyor, “Son yıllarda tanıdığımızı sandığımız yönetmenlere bir haller oldu, filmlerinden küçük bir parça bile görsek hemen kimin olduğunu tahmin edebileceğiniz yönetmenlerin imzaları artık değişmeye başladı. Woody Allen bunlardan biri. Match Point kesinlikle bildiğimiz Woody Allen filmlerinden değildi, ama çok iyi bir filmdi, yine de şöyle bir durum olmadı değil; onun geveze filmlerinden hoşlanmayanlar bu filmi sevdi, bu değişikliği olumlu buldu, ve artık Match Point’ten sonra yeni bir sayfa açıldı Woody Allen sinemasında. Şimdi yeni filmi Cassandra’s Dream’in afişinde Match Point’in yönetmeninden yazıyor. Üzücü bir durum bu.” Son cümle hariç ona katılıyorum… Bence o kadar da üzücü bir durum değil bu… Woody Allen aynı anda birkaç duyguyu birden çıkartmayı becerebilen bir yönetmen ve senarist… Hala bunu yapıyor, sadece daha farklı bir dille…
Dizilerde, filmlerde artık gözümüz alıştı. Dakika başı bir insan ölüyor ve bu durumu yadırgamıyoruz, cesetler üzerimizden akıp gidiyor, olan fgr’lere oluyor. Söylemeye çalıştığım şey, yeter artık bu şiddet filan değil… şunu söylemeye çalışıyorum, izlemeye aşina olduğumuz bir şeyin, aslında o kadar da sıradan olmadığını, ve sıradan insanlara neler yapabileceğini anlatıyor bu film…
Oyuncularının gücü sayesinde birçok şeyin üstesinden gelmiş sanırım film. Text olarak elbette etkileyici (fakat o Woody Allen’ın aralara sıkıştırdığı gerçekten güldüren izi yok filmde… Başka bir yol izlemeyi tercih etmiş sanırım) fakat Terry ve Ian’ı oynayan, Colin Ferrell ve Ewan McGregor karakterlerin gücünü ve sıradanlığını ortaya çıkarmışlar… Gerçekten saf, heyecanlı ve sıradan görünmeyi beceren Colin Farrell (aldığı kilolar yaramış) konuşmadığı anlarda bile sadece kadrajı değil, sahneyi de doldurmayı başarmış. Yırtmaya çalışan, üçkağıtçı Ewan McGregor da enerjisiyle kendini sevdirmeyi başarıyor. Bu ikili sayesinde iş cinayet anına yaklaşıp gerilim arttıkça, bu iki biraderi sevdiğinizi anlıyorsunuz. Aslında görüyoruz ki çok da gerekli olmayan bir cinayet işlenmek üzere (cinayetler sınıflara ayrılır, gerekliler ve gereksizler)… Ian’ın sadece kendine ve kardeşine yeten aklıyla işi meşrulaştırma ve içlerini rahatlatma çabaları cinayetin gereksizliği, bir zaafa hizmet ettiği fikrini daha da güçlendiriyor. Ama o an yaklaştıkça, biraderler artık cinayetin dibine kadar geldiklerinde insan içinden “Yapmayın,” dese bile, bir yandan da “Aman pürüz çıkmasın,” diyor. Sonuçta film izleyicisi olarak o cinayetin işleneceğini adımız gibi biliyoruz ve bizi korkutan, artık sevdiğimiz karakterlerimizin başına bir şey gelmesi…
hayalmeyal “Eastern Promises” yazısında şöyle diyor, “Son yıllarda tanıdığımızı sandığımız yönetmenlere bir haller oldu, filmlerinden küçük bir parça bile görsek hemen kimin olduğunu tahmin edebileceğiniz yönetmenlerin imzaları artık değişmeye başladı. Woody Allen bunlardan biri. Match Point kesinlikle bildiğimiz Woody Allen filmlerinden değildi, ama çok iyi bir filmdi, yine de şöyle bir durum olmadı değil; onun geveze filmlerinden hoşlanmayanlar bu filmi sevdi, bu değişikliği olumlu buldu, ve artık Match Point’ten sonra yeni bir sayfa açıldı Woody Allen sinemasında. Şimdi yeni filmi Cassandra’s Dream’in afişinde Match Point’in yönetmeninden yazıyor. Üzücü bir durum bu.” Son cümle hariç ona katılıyorum… Bence o kadar da üzücü bir durum değil bu… Woody Allen aynı anda birkaç duyguyu birden çıkartmayı becerebilen bir yönetmen ve senarist… Hala bunu yapıyor, sadece daha farklı bir dille…
0 yorum:
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)