Saklı Yüzler

Handan İpekçi’nin Babam Askerde, Büyük Adam Küçük Aşk filmlerinden sonraki filmi. Yine önemli bir konuya el atıyor yönetmen. Namus adına işlenen cinayetlere çeviriyor kamerasını aslında daha çok bu cinayetleri işleyen erkeklere, sanki merak ediyor vicdanları olup olmadığını..

Ailesinin evlenmesine izin vermediği adamdan hamile kalıyor Zühre (Şenay Aydın), küçük amcası Ali (İştar Gökseven) önce bebeği doğar doğmaz Zühre’nin on yedi yaşındaki kardeşi İsmail’e (Berk Hakman) boğduruyor, sonra ise Zühre’ye geliyor sıra. Baba ben yapacağım diyerek olaya el koyuyor, ama kızını öldürmemek için kendini vuruyor, sonra büyük amca Almanya’dan gelip götürmeye kalkıyor Zühre’yi, ancak Ali duruma müdahale edip abisini aşiretin namusunu temizlemesine engel olduğu için öldürüyor. Araya giren savcı Zühre’yi koruyor, yine de okula giderken vurulmasını engelleyemiyor, bundan sonra ise onun öldüğünü söyleyip Yasemin adıyla başka bir hayat kurmasını sağlıyor. Zühre, “Namus Cinayetleri” adlı bir belgesele konuşunca yaşadığı öğreniliyor ve bundan sonra bir yol filmi başlıyor, bir tarafta artık Yasemin olmuş Zühre’yi görmeye gelen kardeşi, yengesi, belgeselin yönetmeni (Cem Bender), diğer tarafta onu öldürmeye gelen Ali ve adamları..

Zühre, isteyerek sevdiği kişiyle birlikte olan ancak o korkup kaçtığı için artık onu istemeyen genç bir kadın, karşı çıkan, ses çıkaran ve kardeşini çok seven bir kadın, yeni bir hayata başladığı halde bir görev duygusuyla hayatını tehlikeye atma pahasına belgesele konuşan bir kadın, ama yeni evinin bahçesinde vurulmaktan kurtulamayan.. Zühre’nin hikayesi kadar etkileyici İsmail’in hikayesi de, kardeşinin bebeğini doğar doğmaz öldüren, büyük amcanın ölümünü de üstlenen İsmail, başını hiç kaldırmıyor yerden, sesi bile çıkmıyor neredeyse, kaybolmuş bir hayat yaşıyor o da, Zühre en azından adını değiştirip evlenip yeni bir hayat kuruyor, ama İsmail’in hiç şansı yok belli ki. “Aşiret namusu” denilen şey yüzünden, kendisinin koymadığı kuralların cezasını çekiyor. Ali ise Almanya’da köyden, kurallardan uzaktayken hala aşiret diye bir şeyin varlığını savunuyor, ve bu aşiret namusu denilen şey yüzünden gözü ölümden başka bir şeyi görmüyor, tek bir şey var aklında belgeselden yaşadığını öğrendiği Zühre’yi ne olursa nerede olursa olsun bulup aşiretin namusunu temizlemek, yeğenini öldürmeye susamış Ali’yi anlamak, bu gözü dönmüşlüğü anlamak çok zor. Filmdeki Yönetmen ise, bir sorumluluğu yerine getirip “Namus Cinayetleri” adlı bir belgesel yapıyor, ancak olayların peşini bırakmayıp herkesin yüzleşmelerini ve Ali’nin hapse girmesini sağlayarak belgeselini tamamlamak istiyor, yeni ölümlere neden olmak dışında ise bir şey başaramıyor.

Önemli bir filme imza atıyor Handan İpekçi, ancak film için seçtiği üslup tartışılır, ileri atlamalar, geri dönüşlerle ve film içindeki belgeselle bayağı karışık bir film çıkıyor ortaya, zaten konu nedeniyle fazlasıyla zorlayıcı olan bu senaryoyu daha sade bir şekilde aktarsa daha iyi sonuç alabilirdi sanki. Üstelik senaryodaki boşluklar ve bazı mantık yanlışları da filme gölge düşürüyor, daha iyisini yapabilecekken daha azıyla yetinilmiş gibi.. Ama ne olursa olsun önemli bir görevi yerine getiriyor yönetmen, namus adına işlenen cinayetleri perdeye taşırken iki tarafa da bakıyor, hem acı çeken, öldürülen, intihara zorlanan kadınlara hem de cinayetleri işleyen erkeklere… “Kadına yönelik şiddete karşı uluslar arası mücadele haftası”nda giriyor tam da gösterime bu film, ve yayımlanan rakamlara göre sadece geçen yıl 72 bin 643 kadının şiddete uğradığı bir ülkede yaşıyor Handan İpekçi ve vicdani bir sorumluluğu yerine getiriyor.

0 yorum: