Irina Palm
Maggie (Marianne Faithfull), torununun hastalığı için gereken parayı bulmaya çalışır. Tedavi için Avustralya’ya gidilmesi gerekir ancak oğlunun elinden bir şey gelmez ve o torununu gerçekten çok sever. Kredi başvuruları reddedilir, iş başvuruları çok yaşlı olduğu için reddedilir, bir sex dükkanına hostes işi nedeniyle başvurmak ister. Ancak hostes’in etrafı düzenlemek, temizlik yapmak dışında anlamları olduğunu öğrenip ordan kaçar. Ellerinin çok güzel olduğunu erkeklere mastürbasyon yapabileceğini söyler ona Mikky, (Miki Manojlovic) bu onu daha fazla korkutur, gece ellerine bakarak uyur. Başka yolları da deneyip hiç çaresi kalmadığında bu işi kabul eder. Önceleri yapamayacağını düşünür, ancak niçin burada olduğunu kendine hatırlatıp katlanmaya devam eder. Odasını kişiselleştirmeye başlar, ünlü olup adı Irina Palm bile olur, artık müşterisi kapıda uzun kuyruklar oluşturur. Tedavi için gereken parayı Mikky’den borç alır ve bu borcu ödemek için de çok çalışır. Tabi ki oğlu bu durumu öğrenip ortalığı birbirine katana kadar.
Olay örgüsü çok klişe görünebilir. Ama yönetmen kağıt üstünde çok sıradan görünen bir senaryodan bambaşka bir film çıkarmış. Film gücünü özellikle Marianne Faithfull’un oyunculuğundan alıyor. Sam Garbarski sanki bu filmi onun için yapmış, minik minik adımları, bakışları ve soğukkanlı hareketleriyle, her an patlayabilirmiş gibi duran, bakan, konuşan ama hep ölçülü hareket eden bu büyükanne daha iyi canlandırılabilir miydi.. Bir değişim, patlama benzeri bir şey yaşıyor Maggie, Mikky’ye aşık da oluyor, ancak yine o her şeyi derinlerde yaşayan ve ölçülü hali bozulmuyor hiç. İkiyüzlü arkadaşlarına yaptığı işi, herhangi bir işmiş gibi anlattığı sahnede bile sakin sakin çayını içmeyi sürdürüyor. Onun bir büyükanneye dönüşmesini izlemek bile çok keyifli.
Bunun dışında yönetmen rahatlıkla bir komedi filmine dönüştürebilirmiş bu filmi, ya da buz gibi bir dram yapabilirmiş, ama iki kolay yolu da tercih etmemiş, insana yer yer sinirli kahkahalar attıran bir yerde bırakmış. Öte yandan çocuğunu yetiştirmek ve yaşamak için bu işi yapan ve Maggie’ye işi öğreten Luisa ve torununu yaşatmak için bu işe mecbur kalan Maggie arasında da gerçekçi bir ilişki kurmuş ve bu iki kadının hayatı ile de gerçekten sağlam bir bakış açısına sahip olduğunu göstermiş. Senaryosundaki klişelere ve hatta “bazı sinemaseverlerin” “aman bizim binbir gece gibi işte” yorumlarına rağmen yönetmen başka bir film yapmayı başarmış, tabi ki Marianne Faithfull’un büyük yardımıyla.