To Meteoro vima tou pelargou


Büyük usta Theo Angelopoulos’un 1991 tarihli bu filmi ilk izlediğimde pek bir şey anlayamamıştım. Angelopoulos’un eşsiz şiirsel sinema dili beni baya bir etkilemişti. Onun dışında filmin anlattığı şey bana nedense tümüyle yabancı gelmişti. Anlaşılan filme kendimi tam olarak verememiştim. Filmi yaklaşık bir yıl sonra ikici defa izlediğimde filmin altta kalan metnini daha iyi anlayıp özümseme fırsatı buldum. Angelopoulos, öncelikle bu filmde gerçekçi ve politik olmakla beraber oldukça karamsar bir öykü anlatmış. Filmin ana karakteri gözlüklü, kirli sakallı adını film boyunca öğrenemediğimiz otuzlu yaşlarda bir gazeteci. Yunanistan sınırındaki bir mülteci kampına ekibiyle beraber görüntü almak ve buradaki durumu gözlemlemek için gidiyor. Burada gördüğü yaşlı bir köylü ona yıllar önce ortadan esrarengiz biçimde kaybolan bir politikacıyı anımsatır. Filmin ana yapısını gazetecinin bu anımsaması oluşturur. Angelopoulos, film boyunca bizi bu gizemin peşinden sürükler. Gazeteci, politikacının karısına gider. Onla görüşür gördüğü kişinin o olup olmadığını anlamaya çalışır. Arada politikacının eski görüntülerini görürüz. Gerçektende o yaşlı köylüye çok benzemektedir(aslında aynı kişilerdir- Marcello Mastroianni, sadece görünüşleri çok farklıdır). Yaşlı adam gerçekten o politikacı mı? Bu soruyu Angelopoulos tıpkı gazeteci gibi bize sordurur. Seyirci olarak da gazetecinin bildiğinden fazlasını bilmeyiz. Filmin son yirmi dakikası öyle güzel bir noktaya gelir ki (özellikle düğün sahnesi filmin kilit noktalarından..) artık bu sorunun bir anlamı kalmaz. Çünkü sonuç ne olursa olsun; özlem, ayrılık, kavuşamama içinde yaşadığımız sistemin bize sunduğu olanakların bir bedeli olarak her zaman sırtımızı ağrıtmaya devam edecek. Mastroianni’nin canlandırdığı politikacı bu sistemi yaratan beyinlerden biri olmakla beraber, sonunda sistemin insana sunduğu dayanılmaz yükü ve acıyı fark edip bir nevi o acıya kendini hapsedip (daha doğrusu dahil edip) sonu gelmez bir yolculuğa çıkar. Tıpkı mülteci kamplarda yersizliğin yurtsuzluğun acısını yaşayan ülkelerin sınırlarının ardında bölünmüş bir mutluluk yaşayan o insanlar gibi..


Angelopoulos büyüleyici sinema dilini bu filmde de konuşturuyor. Filmin her sahnesi ortalama 1 yada 2 kesmeden oluşuyor. Yönetmenin bildiğimiz uzun sekanslı planlarının bir parçası bu. Filmin sonlarında yaklaşık 10 dakikalık düğün sahnesinde sadece 3 kesme yapıyor yönetmen. Bazı sahnelerin alan derinliği ve kamera açıları sinema dersi niteliğinde. Büyük bir film, büyük bir sinemacı ve anlattığı kelimelere dökülmesi zor hikaye. Bu film hakkında ne yazılırsa yazılsın şüphesiz filmin büyüsü karşısında kifayetsiz kalıyor. Ondan ötürü klasik tabirle anlatılmaz yaşanır diyelim..

2 yorum:

  1. oinone said,

    Leylegin Geciken Adimi.. Aglayan Cayir'i seyretmedim ama vakti zamaninda bir elestirmenimizin filmi Leylegin Geciken Adimi'ndan sonra kendini kapsamlastirip gelistirerek bir basyapita imza attigini soylemisti.. yillar sonra leylegin geciken adimi'ni seyretme imkani buldugumda film finalinde aklima direk bu yorum geldi ve boyle bir film nasil genisletilebilir diye dusundum.. malick'ten daha durgun tarkovsky'den daha canli yorumunu yapabilirim angelopoulos sinemasi icin.
    komsularda pisenler nedense bende hep bir turk sinemasi tadi birakiyor.. ama bunda nedense hep karsi taraf oldugumu hissettim.

    on 11 Haziran 2007 19:19


  2. Adsız said,

    anlatilmaz yasanir tespitiniz cok dogru...:) kimileri sever kimileri sevemez o ayri konu.

    izlediginizi tahmin ettigim 'sonsuzluk ve bir gun' filmi ile ilgili su kisa yaziya bir goz atmanizi nacizane oneririm:

    http://sinekiyatri.blogspot.com/2009/09/sonsuzluk-ve-bir-gun.html

    on 13 Ocak 2010 17:53