El Laberinto del Fauno



Yani Pan'ın Labirenti ve hatta daha doğru bir deyişle "büyüklere masallar"... Guillermo del Toro'nun 2006'da çektiği, Türk sinemalarında 2007'de gösterilen, benimse az önce gözümde yaşlarla sona erdirdiğim pek güzel bir film El Laberinto del Fauno. Yönetmenin diğer filmlerine, ki aralarında Blade'ler ve Hellboy'lar gibi çok tutulan filmler de vardır, aşina olmadığım için karşılaştırma yapamıyorum ne yazık ki. Ve fakat Harry Potter, Narnia Günlükleri vb. fantastik çocuk (sensin çocuk!!) romanlarından aparılmış filmleri seven bünyeme pek leziz geldi Pan'ın Labirenti.

Yönetmenimiz Meksikalı olmakla birlikte filmimiz 1944 yılının içsavaştan yeni çıkmış İspanya'sında dağların, ormanların içindeki bir değirmende geçiyor. Değirmen, Franco'cu sadist bir Yüzbaşı'nın gözetimindeki bir bölük (ya da tabur ya da manga ya da her neyse artık) askerin kontrolü altında ve hatta bu askerlerin kışlası durumunda zira ormanlık arazide saklanan çok sayıda komünist kaçak var ve sizin de tahmin edebileceğiniz üzere sadist Yüzbaşı'nın (Sergi Lopez) görevi, ve dahası hayatının amacı, bölgeyi bu "pis kızıllar"dan temizlemek. Ha bir de bir erkek çocuk sahibi olup kendisi gibi "şerefli" bir asker olan babasının adını çocuğuna vermek... Bunun için eskiden üniformalarını diken terzinin dul karısı ile evlenip karnı burnundaki kadını (Carmen/Ariadna Gil) 8-10 yaşlarındaki kızını (Ofelia) değirmene getirtiyor, ki zaten film de böyle başlıyor.

Karakterlerimize gelirseeekkk... Esas kızımız Ofelia (Ivana Baquero) biraz hayalci bir çocuk, onun da en sevdiği şey peri öyküleri okumak. Perilerin varlığına ise güveni kesinlikle tam. Zaten sonradan gördüğümüz kadarıyla bir şey biliyormuş da güveniyormuş kendisi, pek de boş değilmiş yani. Yüzbaşı'dan zaten yukarıda bahsettik. Kendisini tanımlayacak kelime tam anlamıyla sadist, ha bir de Amerikalıların bir lafı var ya hani "daddy issues" diye; bu ağbimizde de ondan var çok net anladık. En zayıf noktasının "kibir" olduğunu kendi ağzıyla söylüyor bir de filmin bir yerinde, hem de kendisinin karşısında dikilme cesaretini gösterebilen tek kişiye yani değirmenin kahyası Mercedes'e (Maribel Verdu). O Mercedes ki bu adamın gözünün önünde ormandaki kardeşinin liderlik ettiği komünistlere yardım ve yataklık ediyor da kimsenin ruhu duymuyor. O Mercedes ki Ofelia'nın hayattaki tek koruyucusu haline geliyor. O Mercedes ki Yüzbaşı'yı bir güzel Joker'e dönüştürürken hepimizin içinin yağları eriyor. Ve bir de o Mercedes sözlerini unutsa da çok güzel ninni söylüyor.

Aslında sadece ninni değil filmde çalan bütün müzikler çok başarılı (Javier Navarette). Dahası makyaj ve görüntü efektleri bundan daha gerçekçi olamazdı gibi geliyor (Pan'a, ziyafet masasında oturan adama ve dikiş sahnesine dikkat). Senaryo kimilerine zayıf gelebilir belki ama bütün havayı bir anda ciğerlerinize çektiğinizde azotun %1lik eksikliği çok da anlaşılmıyor. Özellikle filmdeki fantastik öğelerin aslında birer siyasi eleştiri olduğunu kavramaya başladığınız anda film ilk başta olduğundan da dolu görünmeye başlıyor göze. Yalnız filmin belki de en zayıf noktası sonuydu. Yani gerçekten de peri masalı olması için elinden geleni yapmış del Toro ve illa ki mutlu sonla bitsin diye uğraşmış. Halbuki Yüzbaşı yüzüne açılan o delikle yere düştüğünde bitseydi keşke film, o zaman çok daha etkili bir son olabilirdi. Ama yine de "Bir masumun kanını dökmek yerine kendi kanınızı döktünüz, en doğrusunu yaptınız Majesteleri!"

İzleyiniz, izletiniz... Adamotuna dikkat ediniz, büyü diye bir şey gerçekten var olabilir.

0 yorum: